
Nisan 23 yaşındaydı. Kadıköy escort arka sokaklarında, eski bir apartmanın bodrum katında yaşıyordu. Nemli duvarlar, kalın perdelerin ardına gizlenmiş pencereler, daracık mutfak… Ama bu küçük ev, onun özgürlüğünün ve inatla kurduğu yaşamın sığınağıydı.
Üniversiteyi yeni bitirmişti. Resim okumuştu, yağlı boya tutkusu çocukluk yıllarına dayanıyordu. Ama mezun olur olmaz yüzleştiği gerçekler sertti: İstanbul’da ne kiralar düşüyordu, ne de sanat geçim sağlıyordu. Nisan, sabahları Moda’daki bir kafede baristalık yapıyor, akşamları seksi evinde tuvallerle uğraşıyordu. Tuval dediğine çoğu zaman karton kutular, kavanoz kapakları, eski defter sayfalarıydı. Fırçası yoksa parmaklarıyla boyuyordu.
Bir gün, işten dönerken Hasanpaşa’daki eski kitapçının vitrininde bir not gördü: “Yeni başlayanlar için karma sergi – genç sanatçılar başvurabilir.” Umutsuzca girip konuştu. Sergiye üç parça iş bırakması yeterliydi. “Sadece hissettiklerini anlat,” dedi kitapçıdaki adam.
Nisan, o gece üç küçük resim yaptı. Biri dar sokaklarda kaybolmuş bir figür, biri yıkık binaların oral arasından göğe yükselen bir ağaç, diğeri ise gözleri boşluğa bakan bir kadın portresiydi. Bunlar, onun sessiz çığlıklarıydı.
Sergi günü geldiğinde, kimse onu tanımıyordu ama resimlerinin önünde duran insanlar uzun uzun bakıyordu. O an anladı ki sesi duyulmasa da ruhu anlaşılabiliyordu.
Bir hafta sonra, bir kadın sanat kolektifinden mesaj geldi: “Seni atölyemize davet etmek istiyoruz.” Küçük de olsa bir dayanışma halkasına girmişti artık. Malzeme paylaşıyor, birlikte çalışıyor, birlikte direniyorlardı.
Nisan hâlâ baristalık yapıyordu, hâlâ ev kirası can sıkıyordu ama artık içindeki yük hafiflemişti. Kadıköy escort onun için sadece bir yaşam alanı değil, aynı zamanda direndiği, kendini bulduğu bir hikâyeydi.